Son yıllarda tüm cerrahi alanlarlarda oldugu gibi omurga cerrahisinde de minimal invaziv yöntemler popülarite kazanmaya başladı. Ameliyatların büyüklügünün dikis sayısıyla paralel tutuldugu zamanlar yavas yavas tarihe karısırken cerrahlar da ellerini yaralardan çekmeye basladılar. Uzun kesiler yerlerini birkaç santimetre ile ifade edilen kozmetik yara izlerine bırakırken, hastaların hastanede kalıs süreleri bir hafta on günlerden bir iki güne hatta bazen ayaktan cerrahi olarak tanımlanan sekliyle saatlere indi. Minimal invaziv yöntemler ile bel ve boyun fıtıkları, bazı omurga kırıkları, degisik nedenler ile omurga implantasyonları ve dar kanal cerrahisi yapılabilmektedir. Klasik cerrahi yaklasımda, hedef sahaya ulaşana kadar gecilen anatomik katlarda ve özellikle adelelerde ciddi bir hasar olusmakta, kısa dönemde bu hasar, ameliyat sonrası agrı, dokularda ödem, kan toplanması, iyiles- menin uzaması ve hastanede daha uzun süre kalıs, uzun dönemde ise kronik agrı, adele zafiyetleri ve estetik olmayan cerrahi yara skarları gibi sorunlara neden olmaktadır. Küçük kesilerle yapılan minimal invaziv girisimlerde ise bu sorunlar minimuma inmektedir. Operasyon bölgesine kü- çük bir kapıdan giris, titiz bir ön çalısma ve dikkat gerektirir. Cerrah genis bir ulasım yolunun rahatlıgı içinde olamayacagından, didaktik bir ulasım tüneli bulmak zorundadır. Bu da hasta lehine bir durumdur. Minimal invaziv cerrahi yalnizca küçük kozmetik kesi demek degildir, aynı zamanda hedef sahada dokuya en az zarar vererek klasik cerrahide elde edilen sonuca ulasmak demektir. Bu amaçla kullanılan aletlerde daha küçük daha az travmatik ve daha sofistike aletlerdir. Operasyon sahasının ve sinir gibi hassas dokuların mikroskop yada endoskop gibi aletlerle vizyonu cerraha büyük bir aydınlık ve anatomik görüntü kolaylığı sagladığından doku hasarı minimuma inmektedir. Minimal invaziv omurga cerrahisinin tarihi 90 lı yıllara dayanmaktadır. Cerrahi tekniklerin gelistirilmesi, tıbbi alet ve makinelerin gelisimi ile paralel olmakta biri digerini tetikliyerek birlikte olgunlasmaktadır. Böyle merkezlerin kurulması ve renovasyonları elbette bir alt yapı maliyetini birlikte getirmektedir. İyi bir planlama ile birbirine uyumlu ve gelistirilebilen teknolojiye yatırım yapılarak gelecekte ülkenin bir alet mezarlıgına dönüşmesine de engel olmak gerekir. Sonuç olarak, temel cerrahi prepsiplerden ödün vermeyen, gerek operasyon bölgesine erişim yolunda ve gerekse operasyon bölgesinde doku hasarını minumuma indiren, iyi bir ısık sistemi ile cerrahın yolunu aydınlatan, dokuları orjinal renklerinde ve magnifiye ederek cerrahın önüne seren minimal invaziv teknolojinin kullanmasının, hem hasta hem cerrah için sayısız yararları olmasının yanı sıra aynı zamanda uzun vadeli düsünüldüğünde ülke ekonomisine gerek düsük maliyet ve gerekse saglık turizmi açısından önemli katkıları olacaktır.
(Prof.Dr. Erol YALNIZ - Kırkpınar Dergisi 2016)